Download
MÂNÂSI
Hamd
(övmek, övülmek); O, âlemlerin Rabbi, O Rahmân, Rahîm, O, âhiret
gününün mâliki Allâh'ın (hakkı) dır. O'na mahsustur. İlâhi! Yalnız Sana
ibâdet ve kulluk ederiz, sade Sen'den yardım dileriz. Bizi doğru yola
hidâyet eyle. Kendilerine bol bol nîmet verdiğin bahtiyarların yoluna,
ki onlar ne azıp sapmış, ne de gazabına uğramışlardır. (Duâmızı kabul
eyle Allâh'ım!)
Tefsir - Bu sûre yedi âyettir. Kur'ân
bununla başlar. Buna "Fâtiha, El-Hamdü'li'llâh" sûresi denir. Beş vakit
namazın her rek'atında bu sûreyi okumak vâciptir. Bu bakımdan her namaz
kılan müslüman, bu sûreyi günde kırk kere, hiç değilse on yedi kere
okuyacak demektir. (1) Bu sûre, bize Allâh'ı sıfatlarıyla bildiriyor.
Allâh'a nasıl îman ve ibâdet etmek lâzım geldiğini tâlim ediyor. Bizi
dünya ve âhiret saâdetine götürecek yolu gösteriyor.
Şimdi bu âyetlerin mânâlarını kısaca îzah edelim:
"El-Hamdü;
hamd" övmek demektir. Allâh bütün kemâl sıfatları kendisinde toplanmış,
eksik sıfatlardan ârî, her varlığın yaratıcısı olan Vâcibü'l-vücûd'dur.
Rabb, burada Allâh'ın sıfatıdır, yaratıklarını terbiye
eden, besleyip büyüten, istediği gibi kalıptan kalıba geçiren, onlara
yap, yapma diye tekliflerde bulunan, bazan sevindiren, bazan korkutan
ve yavaş yavaş yetiştirip kemâle erdiren... Kısaca: Terbiyenin bütün
lâzımlarına mâlik olan en kuvvetli ve en mükemmel bir mürebbî demektir.
Âlemîn = Âlemler; canlı cansız, gördüğümüz ve görmediğimiz bütün varlık âlemi demektir.
Rahmân, burada Allâh'ın ikinci sıfatı olup pek merhametli, sonsuz ve umûmî rahmet sahibi demektir.
Başka
bir deyişle Rahmân; her mevcuda yaradılışının icab ettirdiği gayeye
göre bir takım kabiliyetler veren, şahsının ve nev'inin yaşaması için
gereken her şeyi hepsine birden -bunların isteyip istemediğine, çalışıp
çalışmadığına, îmanlı veya îmansız olduğuna bakmayarak- vermiş olan
ezelî, geniş, sonsuz rahmet sahibi demektir.
Binâenaleyh,
Rahmân olması bakımından, Allâh'ın rahmeti o kadar geniş ve umûmîdir
ki, hiç bir mevcut onun dışında kalamaz. Âlemde her şeyin ilk olarak
varlığı da, varlığın bekâsı da yalnız Allah iledir. Her şeye varlık
veren ve varlığını devam ettirecek nice nice nîmetler bağışlayan O'dur.
Bunları verirken canlıyı cansızdan, îmanlıyı îmansızdan ayırt
etmemiştir. Yarattığı her mevcuda, yaşaması için gereken şeyleri daha
önceden vermiştir. Çünkü Allah, Rahmân sıfatiyle muttasıftır. Rahmân,
O'nun Esmâ-i Hüsnâ'sındandır.
Rahîm; çok merhamet
edici demektir. Bu da, Allâh'ın üçüncü sıfatıdır. Bu da çok merhametli
mânâsına ise de bu, daha husûsî bir mahiyettedir. Allâh'ın Rahîm
sıfatiyle muttasıf olmasından şunu anlıyoruz ki: Akıl ve iradeye, iyiyi
kötüden seçmek kudretine malik olarak yaratmış olduğu insanlara,
Allâh'ın sonraki nîmetleri bir değildir ve bir olmayacaktır. Allâh'ın
bu nimetlerine kavuşmak için her şeyden evvel, insanın iradesini
sarfederek çalışması, Allâh'ın gösterdiği yoldan yürümesi şarttır.
Herkes kazancına bağlıdır. Amma Allâh isterse onun bir amelini bin bir
mükâfât ile de karşılar. Bu da Rahîm sıfatının muktezâsıdır.
Mâliki
yevmi'd-dîn = Allâh, Din günü'nün Mâliki'dir. Bu da Sûre-i celîlede
Allâh'ın dördüncü sıfatıdır. Din günü, cezâ ve mükâfatın tahakkuk
edeceği son gün, yani âhiret günü demektir.
Fâtiha'nın
başında "Öğmek, öğülmek yalnız Allâh'a mahsustur" denildikten sonra,
Allâh'ın bu dört sıfatının böylece arka arkaya getirilmesi, en yüksek
saygı ile tâzimin, en ciddî bir öğmenin neden dolayı Allâh'a has
olduğunun hikmet ve mânâsını da açıkça göstermektedir. Şimdi mânâ şu
demek olur: "En yüksek hürmet ve tâzim, öğmek ve öğülmek yalnız
Allâh'ın hakkıdır. Çünkü O, Rabbû'l-âlemîndir. Çünkü O, Rahmân'dır,
Rahîm'dir. Çünkü O, Din Günü'nün Mâliki'dir."
"Din
Günü'nün Mâliki'dir = Mâliki yevmi'd-dîn" âyet-i celîlesi şunu da haber
veriyor ki: Allâhu Teâlâ insanın yaptığı her iyi işi mutlaka âhirette
mükâfatlandırır; fakat günâh işleyenlere de isterse adı ile muamele
ederek cezâ verir, ister lûtfiyle muamele ederek cezâlandırmaz. Çünkü
Allah mutlak Mâlik ve Hâkim'dir, kendisine karşı işlenen bir günahı
affetmek hususunda adâlet kaydiyle bağlı değildir.
İşte
Fâtiha'nın ilk kısmında Allâh'ın: "Rabb, Rahman, Rahîm, Din Günü'nün
Mâliki" olduğu böylece haber verildikten sonra böyle bir Allâh
karşısında kulun ne yolda hareket etmesi gerektiği de şöyle tâlim
olunuyor:
İyyâke na'büdü ve iyyâke nestaîn = İlâhî!
Yalnız Sana ibadet ve kulluk ederiz, ancak Sen'den yardım isteriz. Bizi
doğru yola, nîmetine eren, azıp sapmamış ve gazabına uğramamış olan o
bahtiyarların yoluna hidayet et, o yolda götür."
Fâtiha'nın
bu âyeti, insana tam bir istiklâl ve hürriyet rûhu telkin etmektedir.
Demek ki: Hakikî bir mü'min, yalnız Allâh'ına ibadet edecek, yalnız
O'ndan yardım isteyecek, başka hiç bir kimsenin kulu kölesi
olmayacaktır. İnsanın, kendisi gibi insanlara kulluk etmesi, kendi gibi
bir insanı putlaştırması, onlardan merhamet dilenmesi insanlık
asâletine yakışmayan bir zillettir. Fâtiha'nın bu âyeti bunu en beliğ,
en veciz bir ifade ile telkîn etmektedir.
Bu âyetlerin
tertibi de dikkate değer: "Allâh'ım! Yalnız Sana ibâdet ederiz, ancak
Sen'den yardım isteriz" denilmekle Allâh'tan yardım istemenin evvelâ
irâdesini sarfederek Allâh'a ubûdiyet ve kulluğunu yaptıktan sonra
olabileceği anlatılmış oluyor. Demek ki, Allâh'ın nîmetlerinden
tamâmiyle faydalanabilmek, O'nun gösterdiği yolda yürümekle
olabilecektir. "Yâ Rabb! Yalnız Sana ibâdet ve kulluk eder ve yalnız
Sen'den yardım isteriz" demekle evvelâ O'nun yolunda yürüyerek
çalışacağımıza söz vermiş ve bu çalışmamızda yardım istemiş oluyoruz.
"İhdina's-sırâta'l-müstakîm = Yâ Rab! Bizi doğru yola hidâyet et, ilet."
Bu
âyetle bundan sonraki âyet, Allâh'tan isteyeceğimiz yardımın ne
olduğunu ve ne için yardım istediğimizi beyan ediyor, açıklıyor.
Bunlardan anlaşılıyor ki: "Allâh'tan istenilecek en büyük yardım,
Allâh'ın nîmetlerine eren mes'ut kimselerin yürüdükleri dümdüz ve
dosdoğru yolu bize buldurmasıdır". Bize o yolu göstermesi ve o yoldan
yürütmesidir. Allâh'ın birliğine ve O'ndan başka ibâdete lâyık bir İlâh
olmadığına inanmış olan bir mü'min Allâh'tan daîma kendisini bu doğru
yola hidayet etmesini isteyecektir. Çünkü Allâh'ın nîmetlerinden dünya
ve âhiret saâdetinden kıymetli ve daha yüksek bir şey yoktur. Bunlar da
ancak bu doğru yolda yürümekle elde edilebilecektir. Bu doğru yolun
Kur'ân, İslâm ve Peygamber'in gösterdiği yol olduğu söylenmiştir.
Görülüyor
ki, bu âyetler bizi hayat yoluna irşad ediyor, Allâh'ın nîmetlerine
nasıl erişebileceğimizi anlatıyor. İlim, san'at, irfan, medeniyet ve
servet, bunlardan hepsi, bu dünyada insanların can attıkları
nîmetlerdendir ve işte bütün bunlar, Allâh'ın gösterdiği doğru yoldan
hiç sapmadan yürümekle elde edilebilecektir; bu âyetlerden anlaşılan
hakikat budur. Şimdi Fâtiha Sûresi'nin genişçe bir meâlini, mânâsını
verelim:
"Öğmek, öğülmek, en yüksek saygı ve tâzim,
yalnız Allâh'ın hakkıdır. O'na mahsustur. O Allah ki, görünen ve
görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen, canlı ve cansız bütün varlık âlemini
yoktan var ederek terbiye eden, yavaş yavaş yükselten, besleyip büyüten
ve böylece her şeyi kemâline eriştiren mutlak kudret sâhibidir.
O
Allâh ki, Rahmân'dır; çok merhametlidir. Yarattıklarının hepsine
şahsını ve nev'ini muhafaza edecek her türlü kabiliyetleri, varlığını
devam ettirebilmek için muhtaç olduğu her şeyi evvelâ hepsine müsâvî
olarak vermiştir. Bunları verirken akıllıyı akılsızdan, îmanlıyı
îmansızdan, çalışanı çalışmayandan ayırt etmemiştir. Her bir mevcut,
istemeden ve kendi çalışması olmadan hayat nîmetine ve o nîmeti devam
ettirecek diğer vasıtalara başvurmuştur.
O Allâh ki,
Rahîm'dir; akıl ve irade ile başkalarından üstün kıldığı insanlara,
sonraki ve hele âhiret nîmetlerini herkesin çalışmasına, kazancına,
îman ve ameline bağlamıştır.
O Allah ki, dünyada hayır
yolunu tutanları âhirette hayır ile mükâfatlandırmak; buyruklarına
aykırı olarak şer yolunu tutanları da cezalandırmak kudretine sahiptir;
âhirette herkesi, dünyadaki ameline göre cezâlandırmaktan âciz
değildir. Kendisine karşı gelmiş olanların günahlarını affetmek de
elindedir. İşte Allâh, böyle bir Allâh'tır.
Ey bu
sıfatlarla muttasıf olan Allâh'ım! Sen birsin; yalnız Sana ibâdet ve
kulluk ederiz ve işlerimizde ancak Sen'den yardım isteriz. Bizi doğru
yola, nîmetine eren, azıp sapmamış ve böylelikle Sen'in gazabını
üzerine çekmemiş olan o bahtiyar ve mes'ut insanların yoluna hidâyet
et, o yola ilet, o yoldan yürüt. (Duâmızı kabul eyle Allâh'ım!)"