Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    Böyle Sultana Böyle Kadı

    Ruzgar
    Ruzgar
    Moderatör


    Mesaj Sayısı : 3096
    Doğum tarihi : 19/09/69
    Kayıt tarihi : 08/12/09
    Tecrübe Puanı : 47
    Yaş : 54
    Ülke : Almanya

    Böyle Sultana Böyle Kadı Empty Böyle Sultana Böyle Kadı

    Mesaj tarafından Ruzgar Paz Ara. 20, 2009 8:15 pm

    Böyle Sultana Böyle Kadı


    Hızır Bey, İstanbul kâdısı ve belediye
    başkanı olarak vazifeye başladıktan bir müddet sonra, bir hıristiyan mîmâr
    geldi. Hızır Beyi buldu. Kâdı efendiye hâlini arzedip, pâdişâh Fâtih Sultan
    Mehmed Hândan şikâyetçi olduğunu söyledi. O zamanlar, Avrupa ülkelerinde değil
    kralı mahkemeye vermek, aleyhinde konuşmak bile, bir insanın kendi hayâtından
    olması demekti. O günlerde, İspanya'da hıristiyanlar, binlerce müslümanı; kadın,
    ihtiyar, çocuk demeden kılıçtan geçirmekteydi. Bir hıristiyan ise, bir müslüman
    devletinde, o devletin kâdısına, devletin pâdişâhını şikâyet edebilme hakkını
    kendisinde bulabiliyordu.

    Hızır Bey, hıristiyan mîmârı dinledi. Fâtih
    Sultan Mehmed Hân, bugünkü Ayasofya Câmiinden daha yüksek kubbeye ve daha üstün
    mîmârî husûsiyetlere sâhip bir câmi yaptırmak istemiş ve o hıristiyan mîmâr da
    bu işe tâlib olmuştu. Ama bir hıristiyan olarak, müslümanların, meşhûr Ayasofya
    kilisesinden daha üstün husûsiyetleri hâiz bir esere sâhib olmalarına gönlü râzı
    olmamıştı. Bu gâyesini gerçekleştirebilmek için de, böyle bir câmiyi kendisinin
    yapabileceğini söyleyerek işe tâlib oldu. Câminin inşâatı başladı. Mısır'dan
    binbir zahmetle getirilmiş sütunların yüksekliklerini kısa tutmuş, dolayısıyle
    kubbenin yüksekliği de Ayasofya'dan alçak olmuştu. İnşâatın bitmesine yakın
    ziyârete giden Fâtih Sultan Mehmed Hân, sütunların kasıtlı olarak küçültülüp,
    meşhûr Ayasofya'dan daha üstün bir binânın yapılmaması gayreti güdüldüğünü
    anladı. Bu hâle çok hiddetlendi. Hıristiyan mîmârın cezâlandırılmasını emretti.
    Emir yerine getirildi. Eli kesildi. Yüzlerce kilometreden binbir emekle gelen
    mermer sütunlar, hıristiyan gayreti ile kısaltılmış, Sultanın emri ve iyi niyeti
    ayaklar altına alınmıştı. Üstelik devletin kânun ve nizâmına uymak karşılığında
    zımmîlik hakkı bahşedilmiş olmasına rağmen, böyle bir yola tevessül etmişti.


    Bir mîmâr için el, her şeyden daha fazla lüzumluydu. Ama mâlesef,
    düşünmeden işlediği bir suça diyet olmuş, elsiz kalmıştı. İki çocuğu bir hanımı
    vardı. Müslümanların hâlini, Osmanlıların adâletini bilenler;
    -Bu işte bir
    acelelik var, müslümanlar bu işi yapanı suçlu bulurlar, hele onların âdil
    kâdıları, pâdişâhın bile gözünün yaşına bakmaz cezâsını verirler, dediler.


    Hıristiyan mîmâr pek inanmadıysa da, ısrârlar karşısında dayanamayıp
    kâdıya gitmeye karar verdi. İşte onun için, Hızır Beyin huzûrunda bulunmaktaydı.
    Bütün bunları, âdil Osmanlı'nın âdil kâdısına tek tek anlattı. Hızır Bey, tam
    bir sükûnetle hâdiseyi dinledi. Daha sonra soruşturup, meseleye vâkıf oldu.
    Şâhidlerle berâber, Fâtih Sultan Mehmed Hânı, imparatorların, kralların,
    beylerin taht ve mülkleri, iki dudağı arasından çıkacak bir çift söze bağlı olan
    Osmanlı pâdişâhını mahkemeye dâvet etti. Bildirilen saatte mahkeme teşkîl
    edildi. O sırada, Fâtih Sultan Mehmed Hân da geldi. Eli kesilen hıristiyan mîmâr
    ayakta duruyor, ürkek ürkek etrâfını seyrediyordu. Böyle bir mahkemeyi ilk defâ
    görüyordu. Çünkü onların bildiği, güçlü olanın hâkim olmasıydı ve gücü yetene
    her şey mübahtı. Köhne Bizans, zayıf olan herkesin ezildiği, güçsüzün elinden
    ekmeğini kapanın kahraman olduğu, mahkemelerin değil suçluya cezâ vermek, zulüm
    gören mâsûmu cezâlandırdığı bir yerdi. Böyle bir toplumdan gelen bir kimse,
    Osmanlının âdil idâresini hayâl bile edemezdi.

    İstanbul Fâtihi Sultan
    Mehmed Hân, mahkeme salonu olarak kullanılan yere girince, baş köşede bulunan
    yere oturmak arzusuyla o tarafa doğru yöneldi. Pâdişâhın bu hâlini gören kâdı
    Hızır Bey, hiç çekinmeden;
    -Oturma begüm!.. Hasmınla yüzleşmek üzere,
    mahkeme huzûrunda ayakta dur! dedi.
    Sultan, sözü ikiletmeden söylenilen yere
    geçti. Mahkemenin pâdişâhı Hızır Beydi. Çünkü Hızır Beyin şahsında, İslâmiyetin
    âdil hükümleri karşısında bulunmaktaydı. Hızır Bey;
    -Sen, Murâd oğlu Mehmed!
    Bu zımmînin elini kestirdin mi?" deyip söze başladı.

    Mahkeme neticesinde;

    -Sen, Murâd oğlu Mehmed! Mahkeme edilmeden bu zımmînin elini kestirdiğin
    için kısas olunacaksın! Senin elin de onunki gibi kesilecek! Eğer zımmîyi râzı
    edebilirsen, ölünceye kadar onun ve çoluk-çocuğunun maîşetini temin etmek
    karşılığında elini kesilmekten kurtarabilirsin!" dedi.
    Herkesle birlikte
    Pâdişâh da tam bir sükûnet içerisinde kararı dinledi. Hıristiyan mîmâr, bu ulvî
    karar karşısında daha fazla dayanamadı. Ağlayarak Pâdişâhın ellerine kapandı.
    Ölünceye kadar maîşetini temin etmek karşılığında anlaştılar. Zâlimleri bile
    ağlatacak böyle bir adâletin, ancak hak bir dînin mensupları tarafından icrâ
    edilebileceğini düşünen hıristiyan mîmâr, âile efrâdı ile birlikte müslüman
    olmakla şereflendi. O da yüce İslâm dîninin yayılması için gayret eden kimseler
    arasına katıldı.

    Bu mahkemeden birkaç gün sonra, Fâtih Sultan Mehmed Hân,
    Kâdı Hızır Beyi ziyâret etti. Mahkeme esnâsında gösterdiği adâlete teşekkür
    edip;
    -Eğer bana, bir suçlu gibi değil de, bir pâdişâh gibi muâmele
    etseydin, seni şu kılıcımla parçalardım, dedi.
    Hızır Bey de, Pâdişâha
    mahkeme esnâsındaki hâl ve hareketleri için teşekkür ettikten sonra;
    - Eğer
    pâdişâhlığına güvenip, dînin emri olan hükmüme karşı gelseydin, seni bu
    arslanlara parçalattırırdım, dedi ve paltosunun iki eteğini çekti.


    Bakanlar, Hızır Beyin eteği altındaki iki arslanın sert bakışlarını
    gördüler. "Böyle sultana, böyle kâdı." demekten kendilerini alamadılar.

      Forum Saati Cuma Mayıs 17, 2024 6:06 am