Bire yediyüz...
İmâm-ı Hasen ve imâm-ı
Hüseyn ve Abdüllah bin Ca'fer (r.a.) Medîne-i münevvereye giderken,
yolda erzâkları kalmadı. Sahrâda oldukları için, yiyecek birşey alacak
yer de olmayıp, açlık ve susuzlukdan gâyet muzdarib oldular. Allahü
teâlâya tevekkül etdik deyip, yoldan sapdılar. Birâz gitdikleri gibi,
ovanın orta yerinde bir karaltı gördüler. Ona doğru sürüp, gitdiler.
Bakdılar ki, bir kara çadır içinde, bir kadıncıkdan başka kimse yok.
Kadıncağıza selâm verdiler. O kadıncağız da, letâfet ile selâmlarını
alıp ve bunlara dikkat ile bakdı. Hâtırına bu geldi ki, bu üç sultânın
dünyâda benzerleri az bulunur.
Kadına dediler ki,
-Bir yiyeceğin var mıdır.
-Bir keçim vardır. Kendiniz sağınız, sütünü içiniz.
İmâmlardan
birisi sağdı, bir çanak südü bir imâma verdi. Bir çanak da Abdüllaha
verdi. Bir çanak da kendi içdi. Ondan sonra kadına dediler ki,
-Başka yiyeceğin yok mudur.
-Bu keçimi boğazlayıp, yiyin.
O
kadın, bunu böyle söyleyince, Abdüllah hazretleri o keçiyi kesip,
pişirip, yidiler. Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretlerine hamd edip,
atlarına bindiler. Sonra kadıncağıza dediler ki,
-Medîne-i
münevvereye vardığın zemân, mutlaka bize uğrayasın ki, biz
Seyyidlerdeniz ve Hâşimîlerdeniz. Se'âdetle dönüp, gitdiler.
Bir zemân sonra o kadıncağızın kocası geldi. Gördü ki, ortada keçi yok.
-Keçi ne oldu diye sordu. Hanımı da meydâna gelen hâdiseyi anlatdı. Kocası da huzûrsuz olup,
-Ey akılsız hanım! Niçin böyle yapdın. Bizim ondan gayri nesnemiz yok idi, dedi.
-Allahü
teâlâ rahîmdir. Kullarını aç koymaz. Bunun gibi güzel yiğitler,
asîlzâdeler evimize geldi. Onları müsâfir etmeden göndermek insâf
değildir. Bir keçi nedir ki, öyle sultânlardan esirgerim.
Ammâ
kadıncağız, imâmları bilmez idi. Güzel yiğitleri gördüğünde, mubârek
yüzlerinin nûrânîliğinden ve sözlerinin tatlılığından, firâsetle bildi
ki, asîlzâdeler ve çelebî insanlardır. Onun için kendilerinden bir
nesne esirgemedi.
Bu dünyâda bütün malı bir keçi olup, onu da müsâfirlerine ikrâm etmek o kadıncağızın kemâl derecede cömerdliğini gösterir.
Artık,
kadıncağız, kocası ile birşeyler alıp-satmak için, Medîne-i münevvereye
gitdiler. Şehir içinde gezerken, hikmet-i ilâhî, imâm-ı Hüseyn
'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerine Bâb-ı selâm önünden geçerken rast
geldiler. İmâm hazretleri, kadıncağızı gördü ve tanıdı. Acele adam
gönderip, huzûr-ı şerîflerine getirdiler. Kadıncağıza hitâb edip,
buyurdular ki,
-Benim kim olduğumu bilir misin?
-Bilmem, deyip, cevâb verdi.
İmâm hazretleri buyurdu ki,
-O üç yiğit, bir zemân senin çadırına uğradılar. Sen onlara süt içirdin. Keçiyi kesdiler. Onların biri, benim.
Emr
etdi, bunlara ziyâde ikrâmda bulundular. Hikmet-i Rabbânî imâm
hazretlerinin yanında fazla bir şey bulunmadığından, beyt-ül mâl
emînine adam gönderdiler.
-Bize bin dirhem gümüş ve yüz koyun
versin. İnşâallah biz yine veririz, dediler. Beyt-ül mâl emîni verdi.
Huzûr-ı şerîflerine getirdiler. Temâmını kadıncağıza verip, bizi ma'zûr
tut, dedi. Yanlarına adam verip, imâm-ı Hasen (r.a.) hazretlerine
gönderdi. İmâm-ı Hasen de bunları iyi karşılayıp, yanında bulunduğu
kadar ikrâm etdi. Ve onların yanında fazla nesne bulunmadığı için,
beyt-ül mâl emînine adam gönderip, bin dirhem ile ikiyüz koyun ödünç
aldılar. Hepsini o kadıncağıza verip, özr dilediler. Sonra yanlarına
bir adam verip, Abdüllah bin Ca'fer hazretlerine gönderdiler.
Abdüllah hazretleri,
-İmâmlar ile buluşdunuz mu diye süâl etdi.
-Evet, onlardan geliriz, dediler.
Abdüllah hazretleri buyurdu:
-Ne
olaydı, önce bizim yanımıza gelseydiniz! Zîrâ onların ellerinde, dünyâ
malı karâr etmez. Hâzır nesneleri bulunmadığı için, belki ızdırâb
çekmişlerdir. Bunlar dediler ki, her biri biner dirhem ve yüz ve
ikiyüzer koyun ihsân etdiler. Abdüllah hazretleri çok ni'metler verip,
ikibin dirhem ve dörtyüz koyun ihsân etdi. Hazret-i Abdüllah bin Ca'fer
varlıklı idi. Ondan sonra, kadıncağız kocası ile dörtbin dirhem gümüş
ve yediyüz koyunu alıp, sevinerek evlerine döndüler. Resûlullahın
'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretlerinin evlâdının cömerdliği,
ikrâmları bu mertebede olunca, lâyık olan odur ki, ümmeti olan kişi
dünyâya rağbet etmeyip, eline geçeni infâk edip, onların izinden gidip,
tâ ki, dünyâda müslimânlıkları ma'mûr, âhıretde de günâhları afv
edilmiş olur.
İmâm-ı Hasen ve imâm-ı
Hüseyn ve Abdüllah bin Ca'fer (r.a.) Medîne-i münevvereye giderken,
yolda erzâkları kalmadı. Sahrâda oldukları için, yiyecek birşey alacak
yer de olmayıp, açlık ve susuzlukdan gâyet muzdarib oldular. Allahü
teâlâya tevekkül etdik deyip, yoldan sapdılar. Birâz gitdikleri gibi,
ovanın orta yerinde bir karaltı gördüler. Ona doğru sürüp, gitdiler.
Bakdılar ki, bir kara çadır içinde, bir kadıncıkdan başka kimse yok.
Kadıncağıza selâm verdiler. O kadıncağız da, letâfet ile selâmlarını
alıp ve bunlara dikkat ile bakdı. Hâtırına bu geldi ki, bu üç sultânın
dünyâda benzerleri az bulunur.
Kadına dediler ki,
-Bir yiyeceğin var mıdır.
-Bir keçim vardır. Kendiniz sağınız, sütünü içiniz.
İmâmlardan
birisi sağdı, bir çanak südü bir imâma verdi. Bir çanak da Abdüllaha
verdi. Bir çanak da kendi içdi. Ondan sonra kadına dediler ki,
-Başka yiyeceğin yok mudur.
-Bu keçimi boğazlayıp, yiyin.
O
kadın, bunu böyle söyleyince, Abdüllah hazretleri o keçiyi kesip,
pişirip, yidiler. Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretlerine hamd edip,
atlarına bindiler. Sonra kadıncağıza dediler ki,
-Medîne-i
münevvereye vardığın zemân, mutlaka bize uğrayasın ki, biz
Seyyidlerdeniz ve Hâşimîlerdeniz. Se'âdetle dönüp, gitdiler.
Bir zemân sonra o kadıncağızın kocası geldi. Gördü ki, ortada keçi yok.
-Keçi ne oldu diye sordu. Hanımı da meydâna gelen hâdiseyi anlatdı. Kocası da huzûrsuz olup,
-Ey akılsız hanım! Niçin böyle yapdın. Bizim ondan gayri nesnemiz yok idi, dedi.
-Allahü
teâlâ rahîmdir. Kullarını aç koymaz. Bunun gibi güzel yiğitler,
asîlzâdeler evimize geldi. Onları müsâfir etmeden göndermek insâf
değildir. Bir keçi nedir ki, öyle sultânlardan esirgerim.
Ammâ
kadıncağız, imâmları bilmez idi. Güzel yiğitleri gördüğünde, mubârek
yüzlerinin nûrânîliğinden ve sözlerinin tatlılığından, firâsetle bildi
ki, asîlzâdeler ve çelebî insanlardır. Onun için kendilerinden bir
nesne esirgemedi.
Bu dünyâda bütün malı bir keçi olup, onu da müsâfirlerine ikrâm etmek o kadıncağızın kemâl derecede cömerdliğini gösterir.
Artık,
kadıncağız, kocası ile birşeyler alıp-satmak için, Medîne-i münevvereye
gitdiler. Şehir içinde gezerken, hikmet-i ilâhî, imâm-ı Hüseyn
'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerine Bâb-ı selâm önünden geçerken rast
geldiler. İmâm hazretleri, kadıncağızı gördü ve tanıdı. Acele adam
gönderip, huzûr-ı şerîflerine getirdiler. Kadıncağıza hitâb edip,
buyurdular ki,
-Benim kim olduğumu bilir misin?
-Bilmem, deyip, cevâb verdi.
İmâm hazretleri buyurdu ki,
-O üç yiğit, bir zemân senin çadırına uğradılar. Sen onlara süt içirdin. Keçiyi kesdiler. Onların biri, benim.
Emr
etdi, bunlara ziyâde ikrâmda bulundular. Hikmet-i Rabbânî imâm
hazretlerinin yanında fazla bir şey bulunmadığından, beyt-ül mâl
emînine adam gönderdiler.
-Bize bin dirhem gümüş ve yüz koyun
versin. İnşâallah biz yine veririz, dediler. Beyt-ül mâl emîni verdi.
Huzûr-ı şerîflerine getirdiler. Temâmını kadıncağıza verip, bizi ma'zûr
tut, dedi. Yanlarına adam verip, imâm-ı Hasen (r.a.) hazretlerine
gönderdi. İmâm-ı Hasen de bunları iyi karşılayıp, yanında bulunduğu
kadar ikrâm etdi. Ve onların yanında fazla nesne bulunmadığı için,
beyt-ül mâl emînine adam gönderip, bin dirhem ile ikiyüz koyun ödünç
aldılar. Hepsini o kadıncağıza verip, özr dilediler. Sonra yanlarına
bir adam verip, Abdüllah bin Ca'fer hazretlerine gönderdiler.
Abdüllah hazretleri,
-İmâmlar ile buluşdunuz mu diye süâl etdi.
-Evet, onlardan geliriz, dediler.
Abdüllah hazretleri buyurdu:
-Ne
olaydı, önce bizim yanımıza gelseydiniz! Zîrâ onların ellerinde, dünyâ
malı karâr etmez. Hâzır nesneleri bulunmadığı için, belki ızdırâb
çekmişlerdir. Bunlar dediler ki, her biri biner dirhem ve yüz ve
ikiyüzer koyun ihsân etdiler. Abdüllah hazretleri çok ni'metler verip,
ikibin dirhem ve dörtyüz koyun ihsân etdi. Hazret-i Abdüllah bin Ca'fer
varlıklı idi. Ondan sonra, kadıncağız kocası ile dörtbin dirhem gümüş
ve yediyüz koyunu alıp, sevinerek evlerine döndüler. Resûlullahın
'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretlerinin evlâdının cömerdliği,
ikrâmları bu mertebede olunca, lâyık olan odur ki, ümmeti olan kişi
dünyâya rağbet etmeyip, eline geçeni infâk edip, onların izinden gidip,
tâ ki, dünyâda müslimânlıkları ma'mûr, âhıretde de günâhları afv
edilmiş olur.