Niyetin, amelin sebebi ve onu gerektiren şey
olduğunu öğrendik. O ameli gerektiren sebep bir olursa, ona ihlâs
denir; iki olursa, karışık olur, ihlâs olmaz.
İhlâsın faziletini
beyan etmek üzere Allah Teala şöyle buyurur: ‘’ İnsanlar dinde Allah’a
ihlâslı olarak, Allah’a ibadet etmekten başkası ile emrolunmadılar.’’
(Beyyine 5)
Yine buyurdu ki:’’ Din halisen Allah içindir.’’ (Zümer
3)Resulullah (s.a.v.) buyurur: ‘’Allah buyurur ki, ihlâs benim
sırlarımdan bir sırdır, onu sevdiğim kullarımın kalbinde saklarım.’’
Resulullah
Muaz hazretlerine buyurdu ki:’’Ameli ihlâslı yap ki, az amel
yetişsin.’’ Riyanın kötülüğü hakkında anlatılan her şey ihlâsın
faziletiyle ilgilidir. İnsanların görmesi, ihlâsı götüren sebeplerden
biridir.
Maruf-i Kerhi kendisine kamçı ile vurup:’’Ey nefis!
İhlâslı ol, kurtulursun.’’derdi. Ebu Süleyman der ki: ‘’ Bütün ömründe
Allah için ihlâsla bir adım atana müjdeler olsun!’’ Yani adım atarken
Allah’tan başka bir şey düşünmemiştir.
Ebu Eyyub-i Sicistani der ki: ‘’ Niyeti halis yapmak, niyetin aslından zordur.’’
Büyük
zatlardan birini rüyada görüp: ‘’Allah sana ne yaptı?’’diye sordular.
Dedi ki: ‘’ Allah için yaptığım her şeyi sevaplar kefesinde buldum.
Yolda düşürülüpte benim aldığım nar tanesini ve evimde ölen kediyi
sevap kefesinde buldum. Külahımda kalan bir ipek telini de günahlar
kefesinde buldum. Yüz altın değerinde bir merkebim ölmüştü.
Onu
sevaplar kefesinde bulamadım. Subhanallah! Bir kedi sevaplar kefesinde
olur da yüz altın değerinde ki merkep olmaz, bu ne
hikmettir.’’dedim.Denildi ki: ‘’Merkebi nereye gönderdinse oradadır.
Sen onun öldüğünü duyunca, ‘’Allah’ın lanetine’’ dedin eğer ‘’Allah
yolunda’’ deseydin, onu sevaplar kefesinde bulurdun.’’Ve Allah için
sadakalar vermiştim.
Fakat insanlar benim sadaka verdiğimi görürlerdi ve bu benim hoşuma giderdi. Onun ne sevabını, ne de zararını gördüm.’’
Süfyan-ı Servi bunu duyunca: ‘’ Bunun zararını görmediyse, büyük bir saadettir.’’dedi.
Bir
kimse der ki: ‘’Gazaya gidiyordum. Gemide yoldaşlarımızdan biri bir
torba sattı. Aklıma geldi ki, bu torbayı alıp işlerimde kullanayım ve
filan şehirde onu satıp kar edeyim. O gece rüyamda gördüm ki, iki şahıs
gökten yere indiler. Biri diğerine:’’ Gazilerin adını yaz, filanın
gezmek için ve filanın da ticaret için geldiğini yaz.’’dedi. Ben
‘’Allah için benim halime bakın. Ben tüccar değilim. Benim eşyam
yoktur, nasıl ticarete gelmiş olurum.’’dedim. Dediler ki, ‘’O torbayı
kazanç sağlamak için almadın mı?’’
O kimse der ki, ben ağladım,
dedim ki, ‘’Allah aşkına ben tüccar değilim, beni tüccar yazmayın.’’
Biri diğerine şöyle yaz dedi:’’ Filan kimse gazaya gelmişti. Yolda,
filan şehirde satıp kar etmek için bir torba satın aldı. Böylece Allah
nasıl dilerse öyle hüküm eder.’’
Bunun için derler ki, bir saatlik ihlâs ebedi kurtuluşa vesile olur. Fakat ihlâs gayet seyrek ve az bulunur.
‘’ İlim tohumdur. Onun ekimi ameldir ve suyu da ihlâstır.’’
Allah
dostları buyurmuşlardır ki: ‘’ İhlâs, Allah Teala’nın nurlarından bir
nurdur ki, onu ancak gerçek mü’min olan kullarının kalbine emanet eder.
Gerçek mü’min olmayan kullarından bunu esirger. Allah Teala’nın
mü’minlere mahsus bir lütfu olarak kalpte beliren ihlâs dört kısma
ayrılır.
1) Allah rızası için yapılan amelde, tazim üzere ve ihlâs ile amel yapmayı istemek.
2) Allah Teala’nın emrine tazim üzere ihlâs ile amel yapmayı istemek.
3) İbadette sevap ve ücret talebi üzerine ihlâs ile amel yapmayı istemek.
4)
İhlâsı zedeleyecek şeylerden korumak üzere, ameli her türlü ihlâs dışı
şaibelerden korumak için, ihlâs ile amel yapmayı istemek.
Bu dört
kısımdan her hangi birisi ile amel etmeyi isteyen kimse, ihlâs üzere
amel etmiş olacağından ameli ile manevi kurtuluşa erer. Allah katında
dereceler kazanır. Allah ise kulların ne şekilde ibadet ve taatta
bulunduklarını en iyi bilendir.
Hasan Şazeli Hz. Buyuruyor ki: ‘’
Bir gün kendi kendime, ihlâs üzere ifa etmek maksadı ile Kâbe’yi tavaf
ediyordum. Gönlümde ihlâsın olup olmadığını, tefekkürle teftiş
ediyordum. O sırada hafiften şöyle bir ses geldi: (Bu ses, iki kimsenin
birbiriyle konuşması gibi bir şeydi.) ‘’ Ben hakkıyla işiten, sana en
yakın, senin her halini en iyi bilen ve senin her şeyinden haberdar
olanım. Seni Resul ve Nebilerin dışında kalan, öncekilerin ve
sonrakilerin ilmi ile zenginleştiririm.’’
Beni İsrail’de bir
abid vardı. Ona dediler ki, filan yerde bir ağaç vardır. Onu mabud
edinmişler, ona tapıyorlar. Abid kızdı ve bir balta alıp o ağacı
kesmeye gitti. Şeytan bir ihtiyar kılığında yolda ona arkadaş oldu.
‘’Nereye gidiyorsun?’’dedi. Abid ‘’Filan ağacı kesmeye gidiyorum’’dedi.
Şeytan:’’Git ibadetle meşgul ol, senin için daha faydalıdır.’’dedi.
Abid:’’Niye onu kesmekte ibadet değil midir?’’dedi. Şeytan:’’İbadet ise
de onu kesmene müsaade etmem’’dedi. Aralarında kavga çıktı.
Abid
şeytanı yere vurup göğsünün üstüne oturdu. Şeytan:’’Beni bırak sana bir
sözüm var söyleyeyim.’’dedi. Abid bıraktı. Şeytan:’’ Ey abid! Allah’ın
peygamberleri vardır. Eğer o ağacı kesmek gerekseydi, onlara buyururdu,
onlar keserdi. Onlara da buyrulmadı. O halde kesmemen gerekir.’’dedi.
Abid:’’ Hayır, kesmem gerek’’dedi. Şeytan:’’Sende onu kesmek gücü
yoktur.’’dedi ve yine kavgaya başladılar. Abid yine şeytanı yere vurdu.
Şeytan:’’Bu defa da aman ver. Bir sözüm var söyleyeyim. Eğer
beğenmezsen, istediğini yap.’’dedi. Abid bıraktı. Şeytan:’’Ey abid! Sen
fakir bir kimsesin. Senin masrafını başkaları görüyor. Eğer senin bir
maaşın olsa ve bir miktarını kendine, bir miktarını da başka abidlere
harcasan, o ağacı kesmekten daha iyi değil midir? Zira onu kestiğin
takdirde onlar başka birini dikerler, hiç onlara zararı olmaz. O halde
her gün senin yastığının altına iki altın koyayım, ihtiyacına
harca.’’dedi.
Abid düşündü ve:’’Bu kimse doğru söylüyor. Altının
birini harcayıp, birini sadaka vermek benim için bu ağacı kesmekten
hayırlıdır. Zaten bana, bunu kes diye emir de gelmedi ve ben peygamber
de değilim ki, bunun gibi şeyler ban farz olsun.’’dedi. Sonra bu
düşünce ile o ağacı kesmekten vazgeçip geri döndü. Ertesi gün yine iki
altın buldu ve: ‘’ O ağacı kesmediğim iyi oldu.’’dedi. Üçüncü gün
yastığı kaldırdı ve hiçbir şey bulamadı. Kızdı ve baltasını alıp ağacı
kesmeye gitti. Şeytan yine yoluna çıktı ve ne tarafa gidersin? Dedi.
Abid o ağacı kesmeğe giderim dedi. Şeytan: ‘’Yakışıksız konuşuyorsun.
Allah hakkı için hiçbir zaman onun semtine bile uğrayamazsın.’’dedi ve
kavga ettiler. Şeytan abidi kaldırıp yere vurdu. Öyle ki, elinde bir
şerçe gibi oynatıyordu. Ona:’’Geri dön, yoksa başını koyun gibi
gövdenden ayırırım.’’dedi. Abid:’’Beni bırak, geri döneyim. Fakat bunun
aslını söyle ki, ben niçin başta seni iki defa yıktım ve bu defa sen
beni yıktın?’’dedi. Şeytan:’’ O zaman sen Allah için kızmıştın. Allah
beni sana musahhar etti. Zira Allah için bir iş yapanı ben yenemem. Bu
defa da kendin için kızdın. Dünyaya ve kendi arzusuna uyan, bizimle
başa çıkamaz.’’dedi.
Tasavvuf yolcusunun muradı ihlâstan başka bir şey değildir. İhlâs ise, temel de iki kısma ayrılır.
1) Sadıkların ihlâsı,
2) Sıddıkların ihlâsı,
Sadıkların ihlâsı, mükâfat ve sevap kazanmak içindir. Sıddıkların ihlâsı ise, Allah Teala’nın cemalini görmedir.
Bunun
dışında sıddıkların hiçbir gayesi yoktur. Kalbine böyle bir ihlâsı
emanet eden kimse Allah Teala’nın kelamında, düşmanının dili ile
istisna kılınıyor.
‘’………elbette onların hepsini azdıracağım. Ancak içlerinden ihlas sahibi mü’minler müstesna…....(Hicr 39-40).’’
Şazeli
Hz. Buyuruyor ki: ‘’ Ey tasavvuf yolcusu! Kibr-ü gururdan selamet
bulmak istediğin zaman, işlediğin ameli iyice bilmek şartı ile sadece
Allah rızası için ve ihlâs üzere ifa et. Hiçbir suretle ameline nefsini
iştirak ettirme ve ihlâstan ayrılma.’’
olduğunu öğrendik. O ameli gerektiren sebep bir olursa, ona ihlâs
denir; iki olursa, karışık olur, ihlâs olmaz.
İhlâsın faziletini
beyan etmek üzere Allah Teala şöyle buyurur: ‘’ İnsanlar dinde Allah’a
ihlâslı olarak, Allah’a ibadet etmekten başkası ile emrolunmadılar.’’
(Beyyine 5)
Yine buyurdu ki:’’ Din halisen Allah içindir.’’ (Zümer
3)Resulullah (s.a.v.) buyurur: ‘’Allah buyurur ki, ihlâs benim
sırlarımdan bir sırdır, onu sevdiğim kullarımın kalbinde saklarım.’’
Resulullah
Muaz hazretlerine buyurdu ki:’’Ameli ihlâslı yap ki, az amel
yetişsin.’’ Riyanın kötülüğü hakkında anlatılan her şey ihlâsın
faziletiyle ilgilidir. İnsanların görmesi, ihlâsı götüren sebeplerden
biridir.
Maruf-i Kerhi kendisine kamçı ile vurup:’’Ey nefis!
İhlâslı ol, kurtulursun.’’derdi. Ebu Süleyman der ki: ‘’ Bütün ömründe
Allah için ihlâsla bir adım atana müjdeler olsun!’’ Yani adım atarken
Allah’tan başka bir şey düşünmemiştir.
Ebu Eyyub-i Sicistani der ki: ‘’ Niyeti halis yapmak, niyetin aslından zordur.’’
Büyük
zatlardan birini rüyada görüp: ‘’Allah sana ne yaptı?’’diye sordular.
Dedi ki: ‘’ Allah için yaptığım her şeyi sevaplar kefesinde buldum.
Yolda düşürülüpte benim aldığım nar tanesini ve evimde ölen kediyi
sevap kefesinde buldum. Külahımda kalan bir ipek telini de günahlar
kefesinde buldum. Yüz altın değerinde bir merkebim ölmüştü.
Onu
sevaplar kefesinde bulamadım. Subhanallah! Bir kedi sevaplar kefesinde
olur da yüz altın değerinde ki merkep olmaz, bu ne
hikmettir.’’dedim.Denildi ki: ‘’Merkebi nereye gönderdinse oradadır.
Sen onun öldüğünü duyunca, ‘’Allah’ın lanetine’’ dedin eğer ‘’Allah
yolunda’’ deseydin, onu sevaplar kefesinde bulurdun.’’Ve Allah için
sadakalar vermiştim.
Fakat insanlar benim sadaka verdiğimi görürlerdi ve bu benim hoşuma giderdi. Onun ne sevabını, ne de zararını gördüm.’’
Süfyan-ı Servi bunu duyunca: ‘’ Bunun zararını görmediyse, büyük bir saadettir.’’dedi.
Bir
kimse der ki: ‘’Gazaya gidiyordum. Gemide yoldaşlarımızdan biri bir
torba sattı. Aklıma geldi ki, bu torbayı alıp işlerimde kullanayım ve
filan şehirde onu satıp kar edeyim. O gece rüyamda gördüm ki, iki şahıs
gökten yere indiler. Biri diğerine:’’ Gazilerin adını yaz, filanın
gezmek için ve filanın da ticaret için geldiğini yaz.’’dedi. Ben
‘’Allah için benim halime bakın. Ben tüccar değilim. Benim eşyam
yoktur, nasıl ticarete gelmiş olurum.’’dedim. Dediler ki, ‘’O torbayı
kazanç sağlamak için almadın mı?’’
O kimse der ki, ben ağladım,
dedim ki, ‘’Allah aşkına ben tüccar değilim, beni tüccar yazmayın.’’
Biri diğerine şöyle yaz dedi:’’ Filan kimse gazaya gelmişti. Yolda,
filan şehirde satıp kar etmek için bir torba satın aldı. Böylece Allah
nasıl dilerse öyle hüküm eder.’’
Bunun için derler ki, bir saatlik ihlâs ebedi kurtuluşa vesile olur. Fakat ihlâs gayet seyrek ve az bulunur.
‘’ İlim tohumdur. Onun ekimi ameldir ve suyu da ihlâstır.’’
Allah
dostları buyurmuşlardır ki: ‘’ İhlâs, Allah Teala’nın nurlarından bir
nurdur ki, onu ancak gerçek mü’min olan kullarının kalbine emanet eder.
Gerçek mü’min olmayan kullarından bunu esirger. Allah Teala’nın
mü’minlere mahsus bir lütfu olarak kalpte beliren ihlâs dört kısma
ayrılır.
1) Allah rızası için yapılan amelde, tazim üzere ve ihlâs ile amel yapmayı istemek.
2) Allah Teala’nın emrine tazim üzere ihlâs ile amel yapmayı istemek.
3) İbadette sevap ve ücret talebi üzerine ihlâs ile amel yapmayı istemek.
4)
İhlâsı zedeleyecek şeylerden korumak üzere, ameli her türlü ihlâs dışı
şaibelerden korumak için, ihlâs ile amel yapmayı istemek.
Bu dört
kısımdan her hangi birisi ile amel etmeyi isteyen kimse, ihlâs üzere
amel etmiş olacağından ameli ile manevi kurtuluşa erer. Allah katında
dereceler kazanır. Allah ise kulların ne şekilde ibadet ve taatta
bulunduklarını en iyi bilendir.
Hasan Şazeli Hz. Buyuruyor ki: ‘’
Bir gün kendi kendime, ihlâs üzere ifa etmek maksadı ile Kâbe’yi tavaf
ediyordum. Gönlümde ihlâsın olup olmadığını, tefekkürle teftiş
ediyordum. O sırada hafiften şöyle bir ses geldi: (Bu ses, iki kimsenin
birbiriyle konuşması gibi bir şeydi.) ‘’ Ben hakkıyla işiten, sana en
yakın, senin her halini en iyi bilen ve senin her şeyinden haberdar
olanım. Seni Resul ve Nebilerin dışında kalan, öncekilerin ve
sonrakilerin ilmi ile zenginleştiririm.’’
Beni İsrail’de bir
abid vardı. Ona dediler ki, filan yerde bir ağaç vardır. Onu mabud
edinmişler, ona tapıyorlar. Abid kızdı ve bir balta alıp o ağacı
kesmeye gitti. Şeytan bir ihtiyar kılığında yolda ona arkadaş oldu.
‘’Nereye gidiyorsun?’’dedi. Abid ‘’Filan ağacı kesmeye gidiyorum’’dedi.
Şeytan:’’Git ibadetle meşgul ol, senin için daha faydalıdır.’’dedi.
Abid:’’Niye onu kesmekte ibadet değil midir?’’dedi. Şeytan:’’İbadet ise
de onu kesmene müsaade etmem’’dedi. Aralarında kavga çıktı.
Abid
şeytanı yere vurup göğsünün üstüne oturdu. Şeytan:’’Beni bırak sana bir
sözüm var söyleyeyim.’’dedi. Abid bıraktı. Şeytan:’’ Ey abid! Allah’ın
peygamberleri vardır. Eğer o ağacı kesmek gerekseydi, onlara buyururdu,
onlar keserdi. Onlara da buyrulmadı. O halde kesmemen gerekir.’’dedi.
Abid:’’ Hayır, kesmem gerek’’dedi. Şeytan:’’Sende onu kesmek gücü
yoktur.’’dedi ve yine kavgaya başladılar. Abid yine şeytanı yere vurdu.
Şeytan:’’Bu defa da aman ver. Bir sözüm var söyleyeyim. Eğer
beğenmezsen, istediğini yap.’’dedi. Abid bıraktı. Şeytan:’’Ey abid! Sen
fakir bir kimsesin. Senin masrafını başkaları görüyor. Eğer senin bir
maaşın olsa ve bir miktarını kendine, bir miktarını da başka abidlere
harcasan, o ağacı kesmekten daha iyi değil midir? Zira onu kestiğin
takdirde onlar başka birini dikerler, hiç onlara zararı olmaz. O halde
her gün senin yastığının altına iki altın koyayım, ihtiyacına
harca.’’dedi.
Abid düşündü ve:’’Bu kimse doğru söylüyor. Altının
birini harcayıp, birini sadaka vermek benim için bu ağacı kesmekten
hayırlıdır. Zaten bana, bunu kes diye emir de gelmedi ve ben peygamber
de değilim ki, bunun gibi şeyler ban farz olsun.’’dedi. Sonra bu
düşünce ile o ağacı kesmekten vazgeçip geri döndü. Ertesi gün yine iki
altın buldu ve: ‘’ O ağacı kesmediğim iyi oldu.’’dedi. Üçüncü gün
yastığı kaldırdı ve hiçbir şey bulamadı. Kızdı ve baltasını alıp ağacı
kesmeye gitti. Şeytan yine yoluna çıktı ve ne tarafa gidersin? Dedi.
Abid o ağacı kesmeğe giderim dedi. Şeytan: ‘’Yakışıksız konuşuyorsun.
Allah hakkı için hiçbir zaman onun semtine bile uğrayamazsın.’’dedi ve
kavga ettiler. Şeytan abidi kaldırıp yere vurdu. Öyle ki, elinde bir
şerçe gibi oynatıyordu. Ona:’’Geri dön, yoksa başını koyun gibi
gövdenden ayırırım.’’dedi. Abid:’’Beni bırak, geri döneyim. Fakat bunun
aslını söyle ki, ben niçin başta seni iki defa yıktım ve bu defa sen
beni yıktın?’’dedi. Şeytan:’’ O zaman sen Allah için kızmıştın. Allah
beni sana musahhar etti. Zira Allah için bir iş yapanı ben yenemem. Bu
defa da kendin için kızdın. Dünyaya ve kendi arzusuna uyan, bizimle
başa çıkamaz.’’dedi.
Tasavvuf yolcusunun muradı ihlâstan başka bir şey değildir. İhlâs ise, temel de iki kısma ayrılır.
1) Sadıkların ihlâsı,
2) Sıddıkların ihlâsı,
Sadıkların ihlâsı, mükâfat ve sevap kazanmak içindir. Sıddıkların ihlâsı ise, Allah Teala’nın cemalini görmedir.
Bunun
dışında sıddıkların hiçbir gayesi yoktur. Kalbine böyle bir ihlâsı
emanet eden kimse Allah Teala’nın kelamında, düşmanının dili ile
istisna kılınıyor.
‘’………elbette onların hepsini azdıracağım. Ancak içlerinden ihlas sahibi mü’minler müstesna…....(Hicr 39-40).’’
Şazeli
Hz. Buyuruyor ki: ‘’ Ey tasavvuf yolcusu! Kibr-ü gururdan selamet
bulmak istediğin zaman, işlediğin ameli iyice bilmek şartı ile sadece
Allah rızası için ve ihlâs üzere ifa et. Hiçbir suretle ameline nefsini
iştirak ettirme ve ihlâstan ayrılma.’’