Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    TEVEKKÜL - TESLİMİYET

    Ruzgar
    Ruzgar
    Moderatör


    Mesaj Sayısı : 3096
    Doğum tarihi : 19/09/69
    Kayıt tarihi : 08/12/09
    Tecrübe Puanı : 47
    Yaş : 54
    Ülke : Almanya

    TEVEKKÜL - TESLİMİYET Empty TEVEKKÜL - TESLİMİYET

    Mesaj tarafından Ruzgar Ptsi Ara. 21, 2009 1:46 am

    Bilinmeli ki, tevekkül gönül hallerinden bir
    haldir ve Allah Teala’nın tevhidine ve kemali lütfuna olan imanın
    sermayesidir. Onun asıl manası kalbin vekile itimadı, onun sabit ve
    sadık bilip onunla rahat bulmasıdır. Yani rızka gönül bağlamayıp
    sebeplere halel gelmekle üzülmeli, belki rızkı kendisine ulaştıran
    Allah’a gönül bağlamalıdır. Bu şuna benzer ki, bir kimse biri hakkında
    bir dava açsa, o davanın halli için bir vekil gönderir ve onun
    gönderdiği vekilin üç çeşit sıfatına inanırsa, vekile itimat edip emin
    olur.
    O sıfatlarda biri, vekilin bütün hile yollarını tam anlamı
    ile bilmesi; ikincisi, bildiği şeyleri açıklayabilmesi. Buda iki şey
    ile olur: Kalp kuvveti ve din fesahatidir. Çünkü bazı kimseler her şeyi
    bilir, fakat kalp kuvveti yahut dil fesadı olmadığı için açıklayamaz.
    Üçüncüsü, vekilin müvekkile iyice acıyıp hakkını korumayı candan arzu
    etmesidir. Müvekkil bu üç şeye inanırsa vekilden emin olduğu için ona
    güvenip kendi yapacağı hileleri bırakır.
    Bunun gibi’’ Allah bize
    yetişir. O ne güzel vekildir.’’( Al-i İmran 173) sözünün manasını
    anlayan, dünyada olan bütün varlıkların Allah Teala’nın olduğuna O’ndan
    başka fail-i mutlak olmadığına, bununla beraber O’nun ilim ve
    kudretinde asla noksanlık olmadığını ve Allah Teala’nın rahmet ve
    inayetinin sonsuzluğuna inanan kimse, Allah’ın fazl ve inayetine candan
    güvenip hile ve tedbiri bırakır; Rızkın mukadder olduğunu, zamanında
    kendisine ulaşacağını onun hal ve hareketlerinin Allah’ın fazl ve
    kereminin gerektirdiği şekilde hâsıl olacağını bilir.
    Bazen insana
    bu yakin hâsıl olur, fakat insanın tabiatında korku galip olduğu için
    cesaret edemez. Zira insan yakini ile bildiği her şeye itaat etmez.
    Belki bazen olur ki, yakinen bildiği şeye taat eder. Mesela: Bir kimse
    tatlı yerken, birisi onu pisliğe benzetse, bunun yalan olduğunu bildiği
    halde, bundan etkilenir ve yiyemez. Ve yine ölünün cansız ve hareketsiz
    olduğunu bildiği halde onunla yalnız olarak bir yerde yatmağa cesaret
    edemez. O halde mütevekkil kimseye hem yakin kuvveti, hem de kalp
    kuvveti gereklidir. Böylece kalbin kararsızlığı zail olup rahatlık ve
    itimat hâsıl olur. Kalpte kararsızlık olup rahatlık ve itimat olmadıkça
    mütevekkil olmaz. Çünkü tevekkül kalbin her işte Allah’a güvenmesidir.
    İbrahim Halil’in (a.s.) yakini tam olduğu halde: ‘’ Allah’ım ölüleri
    nasıl dirilttiğini bana göster,’’ dedi. Allah Teala:’’ İnanmadın mı?’’
    dedi. Zira başlangıçta, kalbin rahatı his ve hayale tabii olur. Hayal
    ve his son bulunca, kalpte onlara hâsıl olan yakine tabii olur, zahiri
    müşahedeye ihtiyacı olmaz.
    Tevekkülün üç derecesi vardır:
    Birinci
    derecede olanı: davasına gayretli, zeki, konuşkan, cesur ve şefkatli
    bir vekil tutan kimse gibidir. Bu vekilin bu hallerine güvendiği için
    emin olur.
    İkinci derecede olanı: Çocuk gibidir. Kendine ne
    olursa, annesinden başka kimseyi bilmez. Acıkınca annesini çağırır.
    Korkunca annesine sarılır. Çünkü çocuk tabiatı budur. Bu hal tekellüf
    ve ihtiyar ile olmaz. Bu tevekkül, bu işe tamamı ile daldığı için kendi
    tevekkülünden habersiz olan mütevekkilinden sadır olur. Fakat
    birincisi, tevekkülü tekellüf ve ihtiyar ile elde ettiği için
    tevekkülden haberi vardır.
    Üçüncü derecede bulunan: Yıkayıcının
    elinde bulunan ölüye benzer. Kendini ezeli kudretin elinde bir ölü gibi
    hareket etmekte görür. Bir işle karşılaşırsa, onun için vekili
    çağırmaz. Yani kendisine bir şey olunca annesini çağıran çocuk gibi
    olmaz. Belki annesini çağırmadığı halde annesinin kendisini görüp
    yardımına koştuğuna inanan bir çocuğa benzer.
    O halde tevekkülün
    birinci makamı ihtiyar ile olur. Ancak ihtiyar, vekilin adet ve
    prensibinden anlaşılan hususları hazırlamakla olur. Mesela: Eğer
    vekilin âdeti, müvekkil gelip dosyayı hazırlamadan dava açmamak ise,
    müvekkil bunları yerine getirmelidir. Bunları yerine getirdikten sonra
    onun görevi, vekilin yapacağı işi beklemektir sonra ne olursa bir gün
    vekilden bilir ve dosyanın hazırlanmasını da vekilden bilir. Zira
    dosyanın hazırlanmasının gerekli olduğunu vekilin işareti ile anlar.
    O
    halde tevekkülün bu makamında bulunanlar ticaret ve ziraattan el çekmez
    ve Allah’ın kanunu ve âdeti olan zahiri sebepleri bırakmaz. Belki
    bunlarla tevekkül eder, yalnız ziraat ve ticarete güvenmez, ziraat ve
    ticaretle maksadına kavuşmak için yalnız Allah’ın fazlına güvenir.
    Şöyle ki, bütün hareketlerin ve ziraat ve ticaret sebeplerinin Allah
    Teala’nın şevki ile olduğunu bilip, Allah’ın hidayetini onları yapmaya
    vesile itikat edip hepsini Allah’tan görür ve O’ndan bilir.
    Nitekim
    bunun izahı gelecektir. ‘’La havle vela kuvvete illa billâh‘’ sözünün
    anlamı da budur. Çünkü insanın hareketleri, kuvvet ve kudreti kendi
    elinde olmayıp Allah’ın kudretin de olursa her şeyi ondan bilir.
    Velhasıl mütevekkil, ancak işleri sebeplere bağlamayı fikrinden çıkarıp
    uzaklaştıran ve Allah Teala’dan başka bir şeyi görmediği zaman
    mütevekkil olur.
    Tevekkülün en yüksek derecesi, Bayezid-i Bistami
    hz.’nin buyurduğu derecedir. Ebu Musa-yı Debili, O’na ‘’tevekkül
    nedir?’’ diye sordu. Bayezid-i Bistami Hz. ‘’sen nasıl bilirsin?’’
    dedi. Ebu Musa Hz. dedi ki: ‘’ Büyükler derler ki, tevekkül; sağında ve
    solunda yılanlar ve ejderhalar bile olsa, kalbinin hiç hareket
    etmemesidir.’’ Bayezid Hz: ‘’ Bu kolaydır. Belki tevekkül
    cehennemlikleri azapta, cennetlikleri de nimetler içinde görüpte
    aralarında ayrım yapmamaktır. Eğer ayrım yaparsa, tevekkül etmiş
    olmaz.”
    Ebu Musa’nın beyan ettiği mana, tevekkülün yüksek derecesidir. Tevekkül makamında korunmamak şart değildir.
    Zira
    Hz. Ebu Bekir (r.a.) mağarada yılan deliğine ökçesini koydu. Hâlbuki
    Hz. Ebu Bekir o anda mütevekkil idi. Fakat yılandan değil yılanı
    yaratandan korkuyordu. Zira Allah Teala kuvvet ve hareket vermezse,
    yılan yerinden kıpırdayamaz. ‘’La havle vela kuvvete illa billâh’’
    sözünün manasını, bütün eşya da mütevekkil olanlar görür. Bayezid
    hazretlerinin buyurduğu husus ise, tevekkülün aslı olan imana
    işarettir.
    O iman çok kıymetlidir ve Allah’ın adalet, hikmet, fazl
    ve rahmetine olan imandı. Bu imanın manası, Allah tarafından yaratılan
    her şeyin gereği gibi ve layığı veçhile yaratıldığına inanmaktır. Bu
    itibar ile azap ve rahmetin arasında ayrım yapılamaz.

      Forum Saati Paz Nis. 28, 2024 3:19 pm