Rıza -bir ölünün teslimiyeti gibi- nefsin
rızasından ayrılarak, hiçbir ezeli hükmüne itiraz etmeden ve münakaşaya
girmeden, bütün işleri O’nun ebedi tedbirlerine havale ederek O’nun
rızasına ulaşmak demektir.
İnsan ile kul arasında ki en güzel
huy rıza ve teslimiyettir. Bu konuda Hz. İbrahim ile oğlu İsmail
arasında ki olay dillere destandır. Bazı Allah dostları şöyle derler:
‘’ Bütün işlerimde sevgilimi vekil ettim, dilerse beni öldürür, dilerse
yaşatır.’’
Bunlara göre lütuf ve kahır aynıdır. İkisi de
mahbubtan kaynaklanmaktadır. Arada ki kayd ve perdeler aradan kalkınca
her ikisinin de aynı şey olduğu görülür.
Kim bu dünyanın
perdelerinden ve karanlık vasıflarından kurtulur ve iradesi ile bilerek
ölür, nefsini öldürürse Allah onu inayet ve yardımı ile yeniden
diriltir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:’’ Ölü iken
kalbini diriltip, insanlar arasında yürürken önünü aydınlatacak bir nur
verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklar içerisinde kalıp bir türlü
çıkamayan kimse gibi midir…’’(En’am 122)
Şuurlu ölümden meydana
gelen bu hayata –hayat-ı hakkaniye- ismi verilir. Fani, eriyip ve akıp
gittikçe baki zuhur eder. Bundan sonra bakinin hükmü zuhur eder.
Ayetin
yorumu hakkında Necmüddin-i Kübra hazretleri şöyle buyurmuştur:’’ Yani
onu taş gibi katı ve sert olan –ene- nin karanlıklarından kurtarıp onu
Rabbani vasıflarımızla diriltiriz.
Bu perdelerin kalkmasından sonra
ki hal, aşılanan bir ağaç dalının verdiği ve daha önceki meyvesine
benzemeyen bir durum gibidir.
Daha sonra ona cemalimizden bir
nur veririz ki Allah dostları o sayede firasetle insanlar arasında
yürür ve onların hallerini müşahede eder. Kalp gözü açık olduğu için
arif halkın hallerini bilir, fakat halkın bu durumdan haberi olmaz.
Firaset ise; ruhun ilahi bir kuvvetle düşünme ve tefekkür olmadan gaybi
manaları bilmesidir ki buna firaset-i akliye, keşfiyye ve ilahiye
denir. Maddeden manaya intikal eder ve bu firasette yanılma söz konusu
değildir. Bir de tabii firaset vardır ki bunun yanılma ihtimali vardır.
Firaset sahiplerinin mertebelerini ise dört ana bölümde toplayabiliriz.
1) İman: Genel olarak mü’minlerin halidir ağacın çiçeğine benzer.
2)
Velayet: Seçkin mü’minlerin sıfatıdır. Bu mertebeye ihsan mertebesi de
denir ağacın meyvesi gibidir. Çünkü iman, ilim ve ameli salihten maksat
müşahede makamına ulaşmaktır. Nitekim ağaçta meyve için dikilir.
3) Nübüvvet: Seçkinlerin seçkinini ( ehassu’l-havass ) mertebesi gibidir. Meyvenin özü gibidir.
4)
Risalet: bu ise özün özü gibidir. Bir ve ikinci mertebe kesbidir. Yani
mücahede ve gayretle elde edilir. Son ikisi ise vehbidir. Yani Allah’ın
lütfudur.
Her velide bir yönü ile özün özüdür. Fakat peygambere
göre dış ve kabuk sayılır. En yüce mertebe ise Hz. Muhammed Mustafa’ya
aittir.
Allah’ın sevgi ve rızası; Bütün makamların en yükseğidir.
Belki bütün makamlardan gaye, Allah Teala’nın sevgi ve rızasıdır. Çünkü
helak edici olan sıfatları def etmek, Allah sevgisinden alıkoyacak
şeylerden kalbi temizlemek içindir.
Kulun kemal mertebesi
Allah sevgisinin kalbine hâkim olmasıdır. Allah sevgisinin gerçeğini
bilmek o kadar zor olur ki, bazı kelam âlimleri onu inkâr edip
demişlerdir ki: ‘’ Aynı cinsten olmayan iki kimseden birinin diğerini
sevmesi mümkün değildir.’’ Allah sevgisinin manası, yalnız Allah’ın
emirlerini tutup itaat etmekten başka bir şey değildir. Bunu böyle
düşünen, dinin aslından habersizdir. O halde önce Allah Teala’nın
muhabbetini ispat eden delilleri beyan edip ondan sonra O’nun hallerini
ve hükümlerini beyan etmek daha önemlidir.
Allah Teala’nın
kazasına rıza göstermek çok yüksek bir makamdır. Onun ötesinde başka
bir makam yoktur. Zira Allah’ın sevgisi en güzide makamdır. Rıza ise
sevginin semeresidir. Ama her sevginin değil, belki tam olan sevginin
semeresidir.
Bunun için Resulullah buyurdu ki: ‘’ Allah Teala’nın kazasına rıza göstermek Allah’a açılan en büyük kapıdır.’’
Resulullah
bir kavimden ‘’ İmanınızın alameti nedir?’’ diye sula buyurunca: ‘’
Belaya sabır ve nimete şükür ederiz ve Allah’ın kazasına rıza
gösteririz.’’dediler. Bunun üzerine Resulullah buyurdu ki:’’ Bu kavim
ilim ve hikmet sahibidirler. Bu büyük hikmetlerinden dolayı
peygamberlere yakındırlar.’’
Yine buyurdu ki:’’ Kıyamet günü
ümmetimden bazı kimselere uçmaları için kanat yaratılır. Melekler
onlara derler ki:’’ Hesabı, sıratı ve teraziyi gördüğünüz mü?’’
Onlar:’’Hayır bunların hiçbirini görmedik derler. Melekler, sizler
kimlersiniz? Diye sorarlar. Onlar da Muhammed ümmetiyiz, derler.
Melekler
öyle ise ameliniz nedir ki bu kadar ihsana kavuştunuz? Onlar derler ki,
bizde iki haslet vardı: Birisi, yalnız iken günah işlemeye Allah’tan
utanırdık; diğeri, az rızka razı olup Allah’ın takdirine boyun eğerdik.
Melekler, öyle ise bu dereceye layıksınız, derler.Musa (a.s.)’nın kavmi
O’na, Allah Teala’nın razı olduğu amel hangisidir, onu yapalım,
dediklerinde Allah’tan vahiy geldi ki:’’ Benden razı olsunlar, bende
onlardan olurum.’’
Allah cümlemizi rızasına ulaşan kullarından eylesin.(Âmin)
rızasından ayrılarak, hiçbir ezeli hükmüne itiraz etmeden ve münakaşaya
girmeden, bütün işleri O’nun ebedi tedbirlerine havale ederek O’nun
rızasına ulaşmak demektir.
İnsan ile kul arasında ki en güzel
huy rıza ve teslimiyettir. Bu konuda Hz. İbrahim ile oğlu İsmail
arasında ki olay dillere destandır. Bazı Allah dostları şöyle derler:
‘’ Bütün işlerimde sevgilimi vekil ettim, dilerse beni öldürür, dilerse
yaşatır.’’
Bunlara göre lütuf ve kahır aynıdır. İkisi de
mahbubtan kaynaklanmaktadır. Arada ki kayd ve perdeler aradan kalkınca
her ikisinin de aynı şey olduğu görülür.
Kim bu dünyanın
perdelerinden ve karanlık vasıflarından kurtulur ve iradesi ile bilerek
ölür, nefsini öldürürse Allah onu inayet ve yardımı ile yeniden
diriltir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:’’ Ölü iken
kalbini diriltip, insanlar arasında yürürken önünü aydınlatacak bir nur
verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklar içerisinde kalıp bir türlü
çıkamayan kimse gibi midir…’’(En’am 122)
Şuurlu ölümden meydana
gelen bu hayata –hayat-ı hakkaniye- ismi verilir. Fani, eriyip ve akıp
gittikçe baki zuhur eder. Bundan sonra bakinin hükmü zuhur eder.
Ayetin
yorumu hakkında Necmüddin-i Kübra hazretleri şöyle buyurmuştur:’’ Yani
onu taş gibi katı ve sert olan –ene- nin karanlıklarından kurtarıp onu
Rabbani vasıflarımızla diriltiriz.
Bu perdelerin kalkmasından sonra
ki hal, aşılanan bir ağaç dalının verdiği ve daha önceki meyvesine
benzemeyen bir durum gibidir.
Daha sonra ona cemalimizden bir
nur veririz ki Allah dostları o sayede firasetle insanlar arasında
yürür ve onların hallerini müşahede eder. Kalp gözü açık olduğu için
arif halkın hallerini bilir, fakat halkın bu durumdan haberi olmaz.
Firaset ise; ruhun ilahi bir kuvvetle düşünme ve tefekkür olmadan gaybi
manaları bilmesidir ki buna firaset-i akliye, keşfiyye ve ilahiye
denir. Maddeden manaya intikal eder ve bu firasette yanılma söz konusu
değildir. Bir de tabii firaset vardır ki bunun yanılma ihtimali vardır.
Firaset sahiplerinin mertebelerini ise dört ana bölümde toplayabiliriz.
1) İman: Genel olarak mü’minlerin halidir ağacın çiçeğine benzer.
2)
Velayet: Seçkin mü’minlerin sıfatıdır. Bu mertebeye ihsan mertebesi de
denir ağacın meyvesi gibidir. Çünkü iman, ilim ve ameli salihten maksat
müşahede makamına ulaşmaktır. Nitekim ağaçta meyve için dikilir.
3) Nübüvvet: Seçkinlerin seçkinini ( ehassu’l-havass ) mertebesi gibidir. Meyvenin özü gibidir.
4)
Risalet: bu ise özün özü gibidir. Bir ve ikinci mertebe kesbidir. Yani
mücahede ve gayretle elde edilir. Son ikisi ise vehbidir. Yani Allah’ın
lütfudur.
Her velide bir yönü ile özün özüdür. Fakat peygambere
göre dış ve kabuk sayılır. En yüce mertebe ise Hz. Muhammed Mustafa’ya
aittir.
Allah’ın sevgi ve rızası; Bütün makamların en yükseğidir.
Belki bütün makamlardan gaye, Allah Teala’nın sevgi ve rızasıdır. Çünkü
helak edici olan sıfatları def etmek, Allah sevgisinden alıkoyacak
şeylerden kalbi temizlemek içindir.
Kulun kemal mertebesi
Allah sevgisinin kalbine hâkim olmasıdır. Allah sevgisinin gerçeğini
bilmek o kadar zor olur ki, bazı kelam âlimleri onu inkâr edip
demişlerdir ki: ‘’ Aynı cinsten olmayan iki kimseden birinin diğerini
sevmesi mümkün değildir.’’ Allah sevgisinin manası, yalnız Allah’ın
emirlerini tutup itaat etmekten başka bir şey değildir. Bunu böyle
düşünen, dinin aslından habersizdir. O halde önce Allah Teala’nın
muhabbetini ispat eden delilleri beyan edip ondan sonra O’nun hallerini
ve hükümlerini beyan etmek daha önemlidir.
Allah Teala’nın
kazasına rıza göstermek çok yüksek bir makamdır. Onun ötesinde başka
bir makam yoktur. Zira Allah’ın sevgisi en güzide makamdır. Rıza ise
sevginin semeresidir. Ama her sevginin değil, belki tam olan sevginin
semeresidir.
Bunun için Resulullah buyurdu ki: ‘’ Allah Teala’nın kazasına rıza göstermek Allah’a açılan en büyük kapıdır.’’
Resulullah
bir kavimden ‘’ İmanınızın alameti nedir?’’ diye sula buyurunca: ‘’
Belaya sabır ve nimete şükür ederiz ve Allah’ın kazasına rıza
gösteririz.’’dediler. Bunun üzerine Resulullah buyurdu ki:’’ Bu kavim
ilim ve hikmet sahibidirler. Bu büyük hikmetlerinden dolayı
peygamberlere yakındırlar.’’
Yine buyurdu ki:’’ Kıyamet günü
ümmetimden bazı kimselere uçmaları için kanat yaratılır. Melekler
onlara derler ki:’’ Hesabı, sıratı ve teraziyi gördüğünüz mü?’’
Onlar:’’Hayır bunların hiçbirini görmedik derler. Melekler, sizler
kimlersiniz? Diye sorarlar. Onlar da Muhammed ümmetiyiz, derler.
Melekler
öyle ise ameliniz nedir ki bu kadar ihsana kavuştunuz? Onlar derler ki,
bizde iki haslet vardı: Birisi, yalnız iken günah işlemeye Allah’tan
utanırdık; diğeri, az rızka razı olup Allah’ın takdirine boyun eğerdik.
Melekler, öyle ise bu dereceye layıksınız, derler.Musa (a.s.)’nın kavmi
O’na, Allah Teala’nın razı olduğu amel hangisidir, onu yapalım,
dediklerinde Allah’tan vahiy geldi ki:’’ Benden razı olsunlar, bende
onlardan olurum.’’
Allah cümlemizi rızasına ulaşan kullarından eylesin.(Âmin)