Nass ve Dogma üzerine
Prof. Dr. Osman Eskicioğlu
GİRİŞ
İnsan için dilin ne kadar önemli bir araç olduğunu tekrar etmeye gerek yoktur. Her halde insanları hayvanlardan ayıran en önemli özelliklerden birisinin konuşarak anlaşma olduğunu söyleyebiliriz. Dil, insan kadar eski olmakla beraber dil üzerine yapılan çalışmalar henüz yenidir. Dil, İslam kültüründe Sava Paşa’nın da ifade ettiği gibi, Allah’ın bir lütfü sayılır. Bunun için İslam alimleri Arapça’yı ilahiyat ilimlerinden biri olarak kabul ederler. Çünkü İslam müçtehitleri teşri çalışmalarında lisana önemli ve esaslı görevler yüklemişlerdir. (Sava Paşa, İslam Hukuku Nazariyatı Hakkında Bir Etüd çev: Baha Arıkan Yeni Matbaa Ankara-1955, s. 127). Dilin bir ilim olarak incelenmesine Kur’an’ın nüzulünden sonra hemen sahabiler döneminde başladığını söyleyebiliriz. Çünkü İbn Abbas (ö.68/687-88) arap filolojisinde ilk lügat çalışmalarını Kur’an tetkiklerine bağlı olarak başlatan bir sahabidir.
Arapların dışındaki Müslümanları ilgilendiren klasik arapçadır. Klasik arapça tabiriyle bugün mevcut en eski edebî metinlerde, Kur’an-ı Kerim’de ve hadiste gördüğümüz, daha sonraları da arapçanın yayıldığı yerlerde din, şiir, edebiyat ve ilim dili olarak ana çatısı değişmeden devam eden, lehçeler üstü arapça kastedilir. Lisanî ve edebî malzemeyi derleyen, Arapça’nın kaidelerini tesbit eden ilk dil bilginleri, bu lehçeleri klasik dile yakınlıklarına, fasih oluş derecelerine göre sınıflandırmışlar. Ve çalışmalarında bu değerlendirmeyi daima göz önünde bulundurmuşlardır.
Hicrî II. Yüzyılın ikinci yarısına kadar arap yazısının çok kifayetsiz oluşu, uzun müddet birçok hususiyeti hâfızada korunarak sözlü yolla intikali, bu eserlerin başlangıçta taşıdıkları lehçe hususiyetlerinin hiç değilse bir kısmını kaybetmelerine sebep olmuş, aynı zamanda klasik arapçanın sarf, nahiv, luğat ve edebî kullanış şekillerinin sistemli ve gayretli bir tarzda tayin ve tesbit edildiği II-IV (VIII-X.) yüzyıllarda bir dereceye kadar standart bir hale getirilmiştir. Bu klasik arapçanın sınırlarının çizilmesinde Kur’an ve sünnetin önemli bir yeri vardır. Cümle yapısında ideal modelleri verişi yanında üslubunun tahliline dair erken devirde başlayan çalışmalarla Kur’an bedî, beyân ve belağatın en ince noktalarına kadar araştırılmasına uzanan bir gayrete yol açmıştır.
İslamiyet’ten sonra arap edebiyatında filoloji, çok erken bir dönemde çeşitli şubeleriyle başlamış, izahı güç bir hızla gelişmiştir. Kur’an-ı Kerim’in doğru anlaşılması, her türlü bozulma tehlikelerine karşı korunabilmesi, mahiyetini açıkladığımız klasik arapçanın luğat hazinesinin derlenmesini, yapısının, gramerinin tespitini, hatta üslûp araştırmalarını gerektirmiştir. Bu sebeple arap edebiyatında filolojiye ait çalışmalar Kur’an-ı Kerim’in yazılması, kitap haline getirilmesiyle başlamış ve bu arada gramer Kur’an-ı Kerim’de yazının ıslahı çalışmalarına bağlı olarak doğmuştur. Nitekim gramerle sıkı sıkıya bağlı ilk önemli çalışma, Ebu’l-Esved ed-Düelî tarafından Kur’an’da kelime sonlarının harekelenmesi olmuştur.
Luğat manası ve terim olarak kullanılış sebebi bir yana, nahiv kelimesi başlangıçta morfoloji ve sentaksı içine alan geniş manasıyla gramer karşılığı olarak kullanılıyordu. Ancak III (IX.) yüzyılda morfoloji, sarf adıyla hemen hemen ayrı bir ihtisas sahası haline geldi ve nahiv daha çok sentaksı ifade etti. Luğat ise daha başlangıcından itibaren bunların yanında sınırları daha belirli bir mevzu idi.
Arap dili nahvinin başlangıcına dair çeşitli rivayetler arasında, bunlardan birinde Ali b. Ebî Talb’in verdiği talimat üzerine ve onun gösterdiği yönde yine Ebu’l-Esved’in kısa bir taslak hazırladığı da ileri sürülür. (Nihat M. Çetin, T.D.V.İslam Ansiklopedisi, Arap Maddesi)
Prof. Dr. Osman Eskicioğlu
GİRİŞ
İnsan için dilin ne kadar önemli bir araç olduğunu tekrar etmeye gerek yoktur. Her halde insanları hayvanlardan ayıran en önemli özelliklerden birisinin konuşarak anlaşma olduğunu söyleyebiliriz. Dil, insan kadar eski olmakla beraber dil üzerine yapılan çalışmalar henüz yenidir. Dil, İslam kültüründe Sava Paşa’nın da ifade ettiği gibi, Allah’ın bir lütfü sayılır. Bunun için İslam alimleri Arapça’yı ilahiyat ilimlerinden biri olarak kabul ederler. Çünkü İslam müçtehitleri teşri çalışmalarında lisana önemli ve esaslı görevler yüklemişlerdir. (Sava Paşa, İslam Hukuku Nazariyatı Hakkında Bir Etüd çev: Baha Arıkan Yeni Matbaa Ankara-1955, s. 127). Dilin bir ilim olarak incelenmesine Kur’an’ın nüzulünden sonra hemen sahabiler döneminde başladığını söyleyebiliriz. Çünkü İbn Abbas (ö.68/687-88) arap filolojisinde ilk lügat çalışmalarını Kur’an tetkiklerine bağlı olarak başlatan bir sahabidir.
Arapların dışındaki Müslümanları ilgilendiren klasik arapçadır. Klasik arapça tabiriyle bugün mevcut en eski edebî metinlerde, Kur’an-ı Kerim’de ve hadiste gördüğümüz, daha sonraları da arapçanın yayıldığı yerlerde din, şiir, edebiyat ve ilim dili olarak ana çatısı değişmeden devam eden, lehçeler üstü arapça kastedilir. Lisanî ve edebî malzemeyi derleyen, Arapça’nın kaidelerini tesbit eden ilk dil bilginleri, bu lehçeleri klasik dile yakınlıklarına, fasih oluş derecelerine göre sınıflandırmışlar. Ve çalışmalarında bu değerlendirmeyi daima göz önünde bulundurmuşlardır.
Hicrî II. Yüzyılın ikinci yarısına kadar arap yazısının çok kifayetsiz oluşu, uzun müddet birçok hususiyeti hâfızada korunarak sözlü yolla intikali, bu eserlerin başlangıçta taşıdıkları lehçe hususiyetlerinin hiç değilse bir kısmını kaybetmelerine sebep olmuş, aynı zamanda klasik arapçanın sarf, nahiv, luğat ve edebî kullanış şekillerinin sistemli ve gayretli bir tarzda tayin ve tesbit edildiği II-IV (VIII-X.) yüzyıllarda bir dereceye kadar standart bir hale getirilmiştir. Bu klasik arapçanın sınırlarının çizilmesinde Kur’an ve sünnetin önemli bir yeri vardır. Cümle yapısında ideal modelleri verişi yanında üslubunun tahliline dair erken devirde başlayan çalışmalarla Kur’an bedî, beyân ve belağatın en ince noktalarına kadar araştırılmasına uzanan bir gayrete yol açmıştır.
İslamiyet’ten sonra arap edebiyatında filoloji, çok erken bir dönemde çeşitli şubeleriyle başlamış, izahı güç bir hızla gelişmiştir. Kur’an-ı Kerim’in doğru anlaşılması, her türlü bozulma tehlikelerine karşı korunabilmesi, mahiyetini açıkladığımız klasik arapçanın luğat hazinesinin derlenmesini, yapısının, gramerinin tespitini, hatta üslûp araştırmalarını gerektirmiştir. Bu sebeple arap edebiyatında filolojiye ait çalışmalar Kur’an-ı Kerim’in yazılması, kitap haline getirilmesiyle başlamış ve bu arada gramer Kur’an-ı Kerim’de yazının ıslahı çalışmalarına bağlı olarak doğmuştur. Nitekim gramerle sıkı sıkıya bağlı ilk önemli çalışma, Ebu’l-Esved ed-Düelî tarafından Kur’an’da kelime sonlarının harekelenmesi olmuştur.
Luğat manası ve terim olarak kullanılış sebebi bir yana, nahiv kelimesi başlangıçta morfoloji ve sentaksı içine alan geniş manasıyla gramer karşılığı olarak kullanılıyordu. Ancak III (IX.) yüzyılda morfoloji, sarf adıyla hemen hemen ayrı bir ihtisas sahası haline geldi ve nahiv daha çok sentaksı ifade etti. Luğat ise daha başlangıcından itibaren bunların yanında sınırları daha belirli bir mevzu idi.
Arap dili nahvinin başlangıcına dair çeşitli rivayetler arasında, bunlardan birinde Ali b. Ebî Talb’in verdiği talimat üzerine ve onun gösterdiği yönde yine Ebu’l-Esved’in kısa bir taslak hazırladığı da ileri sürülür. (Nihat M. Çetin, T.D.V.İslam Ansiklopedisi, Arap Maddesi)