Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    İslâm dîni nedir?

    Ruzgar
    Ruzgar
    Moderatör


    Mesaj Sayısı : 3096
    Doğum tarihi : 19/09/69
    Kayıt tarihi : 08/12/09
    Tecrübe Puanı : 47
    Yaş : 54
    Ülke : Almanya

    İslâm dîni nedir? Empty İslâm dîni nedir?

    Mesaj tarafından Ruzgar Ptsi Ara. 21, 2009 2:09 am

    İslâm dîni, Allah'ın, son
    Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) vasıtasıyla bütün insanlara gönderdiği en son ve
    en mükemmel dindir. İslâm'ın gelmesiyle, diğer dinlerin hükmü sona ermiştir.

    İslâm dînini kabul eden kimseye Müslüman denir.
    İslâm'ın en son ve Allah
    katında yegâne mûteber din olduğu, Kur'an-ı Kerim'de şu şekilde belirtilir:

    "Bugün sizin dîninizi sizin için kemâle erdirdim. Sizin üzerinizdeki
    nîmetimi (lütuflarımı) tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçtim (yalnız
    İslâm'dan razı ve ondan hoşnûd oldum)".(el-Mâide, 3).
    "Kim İslâm'dan başka
    bir din ararsa, ondan [seçtiği dîni] kabûl edilmiyecektir ve o, âhirette hüsrâna
    [büyük zarara] uğrayanlardan [olacak]tır. "Allah katında yegâne [hak] din
    İslâmdır."
    (Âl-i İmrân, 19).
    İslâm'ın Dışındaki Dinlerin Geçerliliği Neden
    Kalkmıştır?
    Tarihin çeşitli devirlerinde insanlara ayrı ayrı Peygamberler ve
    dinler yollayan Allah Teâlâ, son din olarak onlara İslâm'ı ve son Peygamber
    olarak da Hz. Muhammed'i (asm) göndermiştir.
    İslâm'ın gelmesiyle Yahudîlik
    ve Hıristiyanlık gibi eski dinlerin hükmü sona ermiştir. Bu, tıpkı, yeni bir
    kanun çıkınca, eski kanunun hükmünün yürürlükten kalkması gibidir. Allah'ın son
    dîni ve İlâhî Kanunu İslâm gelince, eski dinlerin ve ilâhî kanunlarıin
    geçerliliği son bulmuştur.
    İslâm dışında kalan dinlerin yürürlükten
    kalkmasını gerektiren başlıca sebepleri şunlardır:
    1 - Her şeyden evvel,
    eski dinler, yalnızca belli bir zamana ve belli bir muhîtin insanlarına hitab
    ediyorlardı. İslâm ise, topyekûn bütün insanlığa seslenmektedir.Dâveti umumî ve
    mesajı cihanşümuldür.
    2 - Eski dinler, sadece kendi zamanlarının insanlarını
    muhâtab almışlardı. O zamanın insanlarının seciyeleri kaba ve mizaçları vahşete
    yakındı. İlimde, medeniyette, fikir ve anlayışta geri idiler. Ulaşım ve
    haberleşme imkânları, ibtidai bir haldeydi. Her bölgenin kültürü, inancı, örf ve
    âdetleri farklı farklıydı. Karşılıklı fikir ve kültür alışverişi de oldukça
    zayıftı. Bu yüzden, her muhîte ayrı ayrı Peygamberler gelmesi, başka başka
    dinler gönderilmesi zarureti vardı. Zaman geçip insanlık ilim, fikir, kültür ve
    medeniyet yönünden büyük gelişmeler kaydedince, eski mahallî dinler artık
    insanların ihtiyaçlarına cevap veremez hale geldiler. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak
    da insanlara en son din olan İslâmiyeti gönderdi.
    İslâm dîni, 1400 yıl
    evvelki dünyanın insanından,bugünün ve yarının modern insanına kadar gelip geçen
    bütün insanlığa hitab edebilme özelliğinde olan bir dindir. Bu bakımdan,
    kıyamete kadar hükmü bâki ve geçerlidir.
    3 - Eski dinlerin, zamanla,
    içlerine hurâfeler,bâtıl inançlar karışmıştır. Allah'ın birliğine îman esası,
    yani tevhid inancı kaybolmuştur. İslâm ise, hâlâ ilk günkü tazelik ve saflığı
    ile,bozulmadan durmaktadır. Netice olarak diyebiliriz ki: İslâm'ın dışında kalan
    dinler, geceleyin bir sokağı aydınlatan bir fener ve sokak lâmbası gibidir.
    İslâm ise, bütün dünyayı aydınlatan güneş hükmündedir. Güneş doğduktan sonra,
    artık sokak fenerine hiç ihtiyaç kalırmı?
    İslâm Dininin Özellikleri
    Nelerdir?
    İslâm dinini, sâir dinlerden ayıran belli başlı özellikleri
    şunlardır:
    1 - İslâmiyet, her asra ve her insana hitab eder, getirdiği
    esaslar insanlığın bütün ihtiyaçlarına cevab verir. İslâm'ın bu cihanşümûl
    özelliğine Kur'an'da şu şekilde işaret olunur:
    "Ey Muhammed!(sav) Biz seni
    BÜTÜN İINSANLARA yalnızca müjdeci ve korkutucu olarak gönderdik." (Sebe', 2.

    "Ey Muhammed!(sav) De ki: 'Ey insanlar, ben Allah'ın HEPİNİZ İÇİN GÖNDERDİĞİ
    Peygamberiyim'." (el-A'raf, 158).
    2 - İslâmiyet kolaylıklar dînidir.
    İslâm'da insanlara yapamayacakları veya yaparken zorluk çekecekleri işler
    yüklenmemiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de İslâm'ın kolaylık prensipleri şu şekilde ifade
    edilir:
    "Allah, insanı ancak gücünün yeteceği işle mükellef
    tutar..."(el-Bakara, 285)
    "Rabbimiz, bize gücümüzün yetmiyeceği şeyi
    taşıtma..."(el-Bakara, 285).
    "Allah, sizin için kolaylık göstermek diler,
    zorluk çıkarmak istemez..."(el-Bakara, 185).
    Kur'an'da İslâm'ın kolaylıklar
    dîni olduğu bu şekilde açıklanırken Peygamberimiz de,(sav) bu hususta hadîs-i
    şeriflerinde şu prensipleri vaz'etmişlerdir:
    "Ben ancak âlemlere rahmet
    olarak gönderildim. Azâb için, zorluk vermek için gönderilmedim...
    "Allah
    Teâlâ, beni sıkıntı ve zahmet verici ve bunu arzu edici olarak göndermedi. Fakat
    Allah beni, muallim (öğretici, bildirici) ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi...

    "Dininizin en hayırlısı, en kolay olanıdır. Muhakkak ki din bir
    kolaylıktır...
    "Ben size neyi yasak ettiysem, ondan çekinin; size neyi
    emretti isem, ondan gücünüzün yettiği kadarını yapın.
    Sizden evvelki
    ümmetleri ancak mes'elelerinin ve Peygamberlerine karşı ihtilâflarının çokluğu
    helâk etmiştir.
    "Amelden gücünüzün yettiği kadarını yapın.
    Siz ibâdetten
    bezmedikçe, Allah da sevab vermekten bıkmaz.
    "Kolaylaştırınız,
    zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz, ürkütmeyiniz.
    Hz. Âişe Validemiz, Resûlüllah
    Efendimizin bu hususla ilgili tatibkatını şu şekilde beyan etmişlerdir:

    "Resûlüllah (asm) iki şey arasında dilediğini tercihte serbest bırakıldı mı,
    günah olmadığı müddetçe muhakkak onlardan en kolayını alırdı.Eğer iş günahsa
    ondan halkın en uzak bulunanı Resûlüllah olurdu.
    Bütün bu hadîs-i şerifler,
    İslâm dîninin ne derece uygulanması kolay hükümler ihtiva ettiğini
    göstermektedir. Cihanşümûl ve kıyâmete kadar pâyidar oluşunda,bu kolaylık
    anlayışsının büyük yeri vardır. İslamiyet insanların dış görünüşten ziyade
    insanın iç görünüşüne bakmıştır. İslâmiyet, ruh ile madde, dünya ile âhiret
    arasında tam bir denge kurmuştur.
    Yahudîlik beden zevklerini ve maddî
    faydaları ön plânda tutar. Mensuplarını hırsla dünyaya bağlanmağa sevkeder.

    Hıristiyanlık ve Hind dinleri ise, sadece ruhu geliştirmeye, vücuda
    eziyetler çektirerek nefsin arzûlarını zayıflatmaya, dünya hayatını boşlamaya
    önem verirler.
    Buna karşılık İslâmiyet, ruh ile beden, dünya ile âhiret
    arasında tam bir denge kurmuş; ne bedene, ne de ruha ızdırap çektirmeyi esas
    almıştır.İkisine de aynı ölçüde değer vermiş; herbirinin ihtiyaçlarını ayrı ayrı
    karşılamayı kabul etmiştir.
    Kur'ân-ı Kerîm'de,"Allahım, bize dünyada iyilik,
    âhirette de iyilik ver" âyeti, İslâm'daki dünya ve âhiret dengesini en iyi
    şekilde belirtmektedir.
    İslâm, ne dünyaya fazla değer vererek âhiretin,ne de
    âhirete ağırlık vererek dünyanın terkedilmesine izin verir...
    Âhiretin
    dünyada kazanılacağını söyleyerek,"hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın
    ölecekmiş gibi de âhiret için" çalışılmasını ister...
    İslâm'da ruhban sınıfı
    yoktur. Herkes dinini gücü nisbetinde kendi öğrenmek zorundadır. İbâdetleri ifa
    için, kul ile Yaratıcı arasında aracılık yapacak, günahlarıiaffettirecek
    imtiyazlı bir seçkin sınıfa yer yoktur.
    İslâm, bütün mânasıyle ahlâk ve
    fazîlet dîni olduğu gibi, en yüksek mertebede ilim ve hakikatın koruyucusudur.

    İslâm'ın kolaylıklar dini olduğunu gösteren, Asr-ıi Saâdet'te cereyan etmiş
    pek çok vâkıa vardır.
    Onlardan bazılarını burada zikredeceğiz.
    Enes bin
    Mâlik Hazretleri anlatmaktadır:
    "Nebî (sav) bir gün mescide girdi. İçeri
    girer girmez de gözüne mescidin iki direği arasına çekilmiş bir ip ilişti.
    -
    Bu ip nedir? diye sordu. Sahâbîler:- Bu, Zeyneb'in ipidir. Zeyneb, nâfile namaz
    kılarken ayakta durmaktan yorulunca, bu ipe tutunuyor, dediler.
    Peygamber
    (sav):
    - Hayıir, (İbadette böyle güçlük ihtiyâr olunmaz.) Bu ipi çözünüz.
    Sizden biriniz zinde ve neş'eli oldukça namazını ayakta kılsın. Yorulunca da
    hemen otursun. (... Ve namazını oturduğu halde tamamlasın.) buyurdu.
    Ebû
    Mes'ûd el-Ensârî'den:
    Resûlüllah'a (sav) biri gelip:
    - Yâ Resûlâllah.
    Filânca bize namaz kıldırırken o kadar uzatıyor ki, nerdeyse namazı terketmeyi

    ister hale geliyorum," dedi.
    Peygamber (sav) derhal cemaata hitaben bir
    konuşma yaptılar. Onu hiçbir hitabesinde o günkü kadar öfkeli görmemiştim.

    Buyurdular ki:
    - Ey insanlar. Sizler nefret ettiriciler misiniz? Her kim
    halka namaz kıldırırsa hafif tutsun. Çünkü cemaatın içinde hasta, zayıf, hâcet
    sahibi olanlar bulunabilir...
    Görüldüğü gibi Peygamberimiz hiçbir zaman,
    insanları dinden uzaklaştıracak, soğutacak, nefret ettirecek davranışlara
    kızdığı kadar başka hiçbir şeye öfkelenmemiştir.
    Mü'minin vazifesi, İslâm'ı
    insanlara daima güzel göstermek, onları dine ısındırıp sevdirmek,
    kolaylaştırmak, güçleştirmemektir.
    Utbe bin Âmir anlatmaktadır:
    "Kız
    kardeşim (Ümmü Hibban) Beytullah'ı yaya olarak ziyaret etmeyi adamış, fakat
    sonradan buna güç yetiremiyeceğini hissedince, mes'elenin Resûlüllah
    Efendimiz'den sorulmasını bana emretmişti.
    Ben Hazret-i Resûlüllah'a
    sorduğumda, cevaben:
    - (İptida) yaya yürüsün, (sonra) bineğinin sırtına
    binip gitsin.. buyurdu...
    Hazret-i Enes'den (ra):
    "Nebiy-yi Ekrem (sav),
    iki oğlunun arasında, onlar tarafından taşınarak yürütülen bir ihtiyar kimse
    gördü.
    'Bunun zoru nedir? Niye bir bineğe binmiyor?' diye sordu.

    Oğulları cevaben:
    - Yâ Resûlâllah. Babamız yaya olarak Kâbe'ye gitmeyi
    nezretmiştir.
    Bunun için böyle yürütüyoruz, dediler.
    Resûlüllah
    Efendimiz:
    - Şüphesiz ki Allah, bu ihtiyarın nefsini azâblandırmakla yaptığı
    ibadetten müstağnidir, buyurdu ve ona,bineğine binerek Kâbe'yi ziyarete
    gitmesini emretti."
    Abdullah bin Mes'ûd'dan:
    "Resûlüllah (sav), va'z
    hususunda, bize bıkkınlık gelmesin diye halimize bakıp ona göre gün ve saat
    kollardı."
    Câbir bin Abdillah anlatmaktadır:
    "Resûlüllah (sav)bir
    seferde idi. Derken üzeri gölgelendirilmiş olduğu halde yanında insanlar
    toplanmış bir adam gördü ve 'Onun nesi var' diye sordu. 'Oruçlu bir adam'
    dediler.
    Resûlüllah (sav) bunun üzerine:
    - Seferde oruç tutmak hâlis bir
    iyilik ve fazilet değildir. Allah'ın sizin lehinize yapmış olduğu ruhsatlardan
    ayrılmayınız," buyurdu.
    Asr-ı Saâdet'te, adamın biri dağda bulduğu suyu bol,
    toprağı verimli ıssız bir mağarada kendi başına inzivaya çekilip,cemiyetin
    kötülüklerinden, fitne ve dedikodularından kurtulmayı düşünür.
    Ancak
    kararını bir de Resûlüllah Efendimiz'e açmak, O'nun bu konudaki görüşünü almak
    ister.
    Huzura gelerek der ki:
    - Yâ Resûlâllah, ben bir mağara buldum.
    İçinde suyu, önünde toprağı var. Orada inzivaya çekilerek kendimi tamamen
    dünyevî şeylerden tecrid etmeyi; uhrevî işlere, ibadet ve taata vermeyi
    düşünüyorum. Bu hususta
    siz ne dersiniz?"
    Adamın cemiyet hayatını terkedip,
    ibadet için mağarada inzivaya çekilme fikrine Allah Resûlü şu ibretli cevabı
    verir:
    - Ben, Yahudilikle, Hıristiyanlıkla gönderilmedim. (Yani cemiyetten
    kaçma fikri onlara aittir.) Ben dosdoğru olan İslâm'la gönderildim. Nefsim
    kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, mağarada tek başına gündüz akşama
    kadar nafile ibadetlerle meşgul olmaktansa, cemiyet içinde sabah, yahut akşam,
    Allah için azıcık yol yürümek, (İslâm'a hizmet için zahmet çekmek) dünyadan ve
    dünya içindeki herşeyden kat kat hayırlıdır.
    Ve sözlerine şunu da ilâve eder:

    - Cemaat içinde safta yer almanız da, inzivadaki 60 sene ibadet ve namazdan
    hayırlıdır...
    Cemiyeti terkederek inzivaya çekilmek isteyene, Allah
    Resûlünün verdiği bu karşılık, din düşmanlarının İslâmiyetin insanları
    cemiyetten el etek çektirdiği yolundaki menfî propagandalarına
    güzel bir
    cevab teşkil etmektedir.

      Forum Saati Perş. Mayıs 02, 2024 6:02 pm